Karabağ Tarihi Süreci ve 30. Yıldönümünde Hocalı Katliamı

Dr. Ayhan Cankut
-KARABAĞ TARİHİ SÜRECİ VE 30. YILDÖNÜMÜNDE HOCALI KATLİAMI
(26 ŞUBAT 1992)
KISACA KARABAĞ TARİHİ:
Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için bölgen in tarihi hakkında kısaca bilgi sahibi olunmasında fayda vardır. Bugün Azerbaycan diye anılan bölgenin bütünü, uzun bir süre Pers egemenliği altında kalmıştır. Yedinci yüzyıldan, yani bölgede Arap egemenliği başladıktan sonra, bölgede yaşayanların Zerdüşt dininden ayrılarak, İslam’ı benimsedikleri bilinir. On birinci yüzyılda ise, bölgeye gelen Oğuz Türkleri, bölgenin dilini Türkçeleştirmiş ve burada İslamiyet’i kabul etmiştir. Türklerin (Selçukluların) bölgedeki egemenliğine son veren Moğol istilası olmuştur. On üçüncü yüzyıl, Moğol istilasının yaşandığı ve ardından gelen İlhanlı egemenliğinin başladığı dönemdir. İlhanlıların ardından ise, Türkmenlerin devletleri olan Karakoyunlu ve Akkoyunlu devletleri bölgeye egemen olmuşlardır.
On altıncı yüzyıl başlarında (1501) Azerbaycan, Safevi (Türkmen) İmparatorluğu’nun merkezi güç bölgesi durumuna gelmiştir. Safevi soyunun bölgedeki egemenliği iki yüz yıldan fazla sürmüş ve 1760’da yıkılarak tarihe karışmıştır.
1623-1639 Osmanlı-Safevi Savaşı, Irak meselesi için çıkan savaşlardan biridir. Önce IV. Murat’ın ordunun başında sefere çıktığı ve 8 Ağustos 1635’te zaferle sonuçlanan Revan Seferi yapılmış, ancak Osmanlı Ordusu, İstanbul'a dönünce Revan tekrar kaybedilmiştir. Bunun üzerine, ikinci bir sefer gerekli olmuş, Revan seferinden sonra bu nedenle Bağdat seferi de yapılmış ve Kasr-ı Şirin Antlaşması (17 Mayıs, 1639) ile sorun halledilmiştir. Bu antlaşmanın başlıca hükümleri şunlardır:
- İki taraf için de savaş bitecektir.
- Ahıska ve Revan, Safevi Devleti'ne bırakılacaktır.
- Bağdat ve Basra, Osmanlı Devleti'nde kalacaktır.
- İki devletin de sınırları hep aynı kalacaktır.
Nitekim on sekizinci yüzyılın başlarında Kafkasya’nın güneyine hâkim olan Safevilerin zayıflamasıyla bölge halklarında kıpırdanmalar ve isyanlar patlak vermiş, Rus ve Osmanlı devletlerinin müdahalesine uygun hale gelmiştir. Hâkimiyet alanını genişletmek isteyen söz konusu iki devlet 24 Haziran 1724 tarihli İstanbul Antlaşmasıyla Güney Kafkasya’yı kendi aralarında nüfuz bölgelerine ayırmışlar ve buralarda egemenliklerini tesis etmeye çalışmışlardır. Bu antlaşmayla;
- Derbent, Bakü Kaleleri ve Dağıstan, Rusya'ya,
- Gence, Karabağ, Tiflis, Revan ve Tebriz Osmanlı Devleti'ne bırakılmıştır.
Nadir Han önderliğinde yeniden toparlanan Safeviler 18 Haziran 1735 tarihinde Arpaçay Muharebesi’nde Osmanlı kuvvetlerini mağlup ederek, Güney Kafkasya topraklarını tekrar Safevi topraklarına dâhil etmiştir. Böylece Güney Kafkasya’da yaklaşık 12 sene süren Osmanlı hâkimiyeti sona ermiştir.
On sekizinci yüzyıl ortalarından başlayarak, bölgede (bugünkü Azerbaycan ile İran Azerbaycan’ında) dokuz hanlık kurulmuştur. Bunlardan biri olan Karabağ Hanlığı, on dokuzuncu yüzyıl başlarına kadar bağımsızlığını sürdürmüştür.
Ruslar, on sekizinci yüzyıl sonlarından başlayarak Kuzey Karadeniz ve Kafkasya'da yayılmaya başlamışlardır. Önce, Karabağ da dahil bazı hanlıkları, 1800'lerin başlarında “himaye” antlaşmalarıyla kendisine bağlayan Rusya, ardından da öteki Azerbaycan hanlıklarını silah zoruyla ele geçirmeye çalışmıştır.
1813 ve 1828 yıllarındaki Rus-İran Savaşları sonrasında, Rus İmparatorluğu'nun baskısıyla Kaçar Hanedanı (İran’daki Azerbaycan Türklerinin Kaçar Boyu- 1794 ile 1925 yılları arasında hüküm sürmüşlerdir.) tüm Kafkas topraklarını terk etmek zorunda kalmış ve 1813 yılındaki Gülistan ve 1828 yılındaki Türkmençay anlaşmaları ile Çarlık Rusya’sı ve Kaçar İran’ı arasındaki sınır kesinleşmiştir.
Kafkasya'da 80 yıldan uzun süren Rus İmparatorluğu egemenliğinden sonra, 1918'de Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti kurulmuştur. Devlet 1920'de Sovyet kuvvetleri tarafından işgal edilmiş ve 1991'de Sovyetler Birliği'nin çöküşüne kadar Sovyet egemenliği altında kalmıştır.
Osmanlı Devleti, Doğuda Brest-Litovsk Antlaşması (3 Mart 1918) ile Kars, Ardahan ve Batum’u Rusya’dan geri almıştır. Bundan sonra da Bakü’yü ele geçirmek ve İran üzerinden Orta Asya’ya doğru ilerlemek üzere iki girişimde bulunmuştur. 2 Nisan 1918'de Van'ı işgalden kurtarmış olan Ali İhsan Sabis Paşa komutasındaki Osmanlı Ordusu İran sınırını geçerek 8 Haziran 1918'de Tebriz'e girmiştir.
Enver Paşa'nın kardeşi olan Nuri Paşa’nın (Killigil) komutanlığında, Azerbaycan ve Dağıstanlı gönüllülerin de katılımıyla teşkil edilmiş olan “Kafkas İslam Ordusu” adı verilen Osmanlı kuvvetleri 15 Eylül 1918’de Ermenilerin kontrolünde olan Bakü’yü almıştır. 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Mütarekesi gereği, Azerbaycan, İran, Batum ve Kars çevresinde Osmanlı ordusu kontrolünde bulunan bölgeler Kasım 1918’de İtilaf Devletlerine terk edilmiştir.
DAĞLIK KARABAĞ SORUNU
30 yıl önce yapılan Hocalı Soykırımı Ermenilerin Kafkasya'da yerleşmek için uyguladığı etnik temizlik politikaları kapsamında son 200 yılda yaptığı soykırımlardan yalnızca biridir. Tarihi gerçekler Azerbaycanlıların devamlı olarak Ermenilerin soykırım ve işgal politikalarına maruz kalarak kendi tarihi topraklarından sürüldüğünü göstermektedir. Büyük Ermenistan hayaliyle yaşayan Ermeniler, çeşitli zamanlarda Azerbaycan Türklerine yönelik katliamlar gerçekleştirmiştir. Sadece yirminci yüzyılda Azerbaycan Türkleri 1905-1906, 1918-1920, 1948-1953 ve 1988-1993 yıllarında olmak üzere 4 defa soykırım ve etnik temizliğe maruz kalmıştır. 1915-1918 yılları arasında Ermeniler, Bakü, Kuba ve Azerbaycan'ın diğer bölgelerinde Hocalı katliamından daha kanlı ve daha fazla insanın hayatına mal olan katliamlar yapmıştır. Bakü'de o dönem yaklaşık 20 bin kişi öldürülmüştür. Ermenilerin bu eylemlerde yalnız olmadığını belirtmek gerek. Daha sonra 1948-1953 yılları arasında Sovyetler Birliği tarafından 150 bin Azerbaycanlı Ermenistan'dan göçe zorlanmıştır. Bu göçle beraber Türk'süz ve Müslüman'sız bir Ermenistan projesi doğrultusunda büyük bir adım atılmıştır.
Daha önce Karabağ'da çok az sayıda bulunan Ermenilerin bu bölgedeki varlığı, 1828'den sonra izlenen Rus politikasıyla hızla artmıştır. Zaten, Ermeniler de 1978'de Karabağ'daki varlıklarının 150'nci yıldönümünü kutlamışlardır. Dağlık Karabağ'da, 1919 yılında, İngiliz verilerine göre, Azeri-Ermeni nüfus oranı üçe iki Azerbaycan Türklerinin lehinedir. Ermeni nüfusun Dağlık Karabağ'da bugünkü gibi çoğunluk durumuna gelmesi, Sovyetler Birliği yönetimi altında olmuştur.
Karabağ, 7 Haziran 1923 tarihinden başlayarak, Azerbaycan sınırlan içinde bir özerk il olarak tanımlanmıştır. Karabağ bunalımının son dönemi 1987-1988’de başlamıştır. Ermeniler, Sovyetler Birliği'nin içine düştüğü durumdan ve Soğuk Savaş koşullarının ortadan kalkmaya yüz tutmasından cesaret alarak, önce 1987'de Karabağ ile ilgili isteklerini gündeme getirmişlerdir. Ermeniler, 1988'de Karabağ'da gösteriler yapmaya ve Dağlık Karabağ'da bir Ermeni-Azeri çatışmasını tahrik etmeye başlamışlar, bu olaylar sırasında Ermenistan’da yaşayan Türkler de katledilip, göçe zorlanmıştır.
1989 yılı başında Azerbaycan Hükümeti Karabağ'ın özerk statüsünü kaldırdığını açıklamıştır. 1 Aralık 1989'da ise Ermenistan Karabağ'ı ilhak etme kararını ilan etmiştir. 1992 başında da Azerbaycan Cumhurbaşkanı Muttalibov, bu bölgeyi doğrudan doğruya Cumhurbaşkanlığına bağladığını açıklamış, bunun ardından yeni bir Ermeni hareketi Karabağ’ı hedef almıştır.
30 Ocak 1992 tarihinde, Prag’da yapılan AGİK toplantısında hem Azerbaycan’ın hem de Ermenistan’ın bu konferansa üye olması sebebiyle konu uluslararası bir boyut kazanırken, 20 Şubat 1992’de Rusya Dışişleri Bakanlığı’nın girişimleri sonucu üç ülke Dışişleri Bakanları Moskova’da biraraya gelerek, çatışmaların bir an önce sona erdirilmesine ve yerleşim birimleri üzerindeki ablukanın kaldırılmasına karar vermiştir.
HOCALI KATLİAMI (26 ŞUBAT 1992)
26 Şubat 1992’de ise Karabağ tarihindeki en kanlı katliam Dağlık Karabağ Bölgesi'nde bulunan Hocalı’da gerçekleştirilmiştir. Dünyayla irtibatı kesilen ve savunmasız kalan Hocalı'ya, eski Sovyet İttifakı Silahlı Kuvvetleri'ne ait 366. Alay'ın desteği ile Ermeni Silahlı Kuvvetleri tarafından düzenlenen saldırılar sonucu, 106’sı kadın, 70’i yaşlı, 63’ü çocuk 613 Azerbaycan Türk'ünün hayatını kaybettiği resmî olarak açıklanmıştır. Ancak kayıp sayısının bu rakamların çok çok üstünde olduğu bilinmektedir. 56 hamile kadın karnı yarılmış durumda bulunmuştur. Bu alçak saldırıda 76’sı çocuk 487 kişi ağır yaralanırken, 1.275 kişi ise rehin alınmış, geri kalan nüfus da bin bir zorlukla canını kurtarmıştır.
1 milyondan fazla Azerbaycan Türkü de bölgeyi terk ederek Azerbaycan’a göç etmek zorunda kalmıştır. Azerbaycan topraklarının %20’si Ermenilerin işgali altına girmiştir. Canlarını kurtarabilenlerin ruhları ve hafızaları bu olayın tahribatından asla bir daha kurtulamamıştır. Şahitlerin anlattıklarını dinleyenler önce kulaklarına inanamamış, ancak katliam sonrası Hocalı'ya girdiklerinde ise, görgü tanıklarının abartmadığını kısa sürede anlamışlardır. Hocalı'da katliam bölgesini gezen Fransız gazeteci Jean-Yves Junet'nin gördükleri karşısında söyledikleri, katliamın boyutunu da anlatıyordu:
"Pek çok savaş hikâyesi dinledim. Faşistlerin zulmünü işittim, ama Hocalı'daki gibi bir vahşete umarım kimse tanık olmaz"
26 Şubat 1992 günü yaşanan bu katliamın emrini; 1998-2008 yıllarında Ermenistan Devlet Başkanı sıfatını taşıyan, yaptığı terör faaliyetlerinin oranı nispetinde terfi eden Taşnaksutyun örgütü liderlerinden Robert Koçaryan vermişti. Robert Koçaryan, 20 Mart 1997’de Ermenistan Başbakanı olmuştur. Karabağ'da barış istediği için aşırı milliyetçilerin tepkisine daha fazla direnemeyen Levon Ter Petrosyan istifa edince de 4 Şubat 1998’de ondan boşalan Devlet Başkanlığı koltuğuna oturmuştur.
2008-2018 yıllarında Ermenistan Devlet Başkanlığı yapan Serj Sarkisyan, Hocalı Katliamı’nın sorumlusu birliklerin başındaki iki liderden biri olduğunu ifade ettikten sonra, İngiliz araştırmacı Thomas de Wall’un yaptığı bir röportajda o günleri matah bir şey yapmış gibi aşağıdaki şekilde değerlendirmektedir:
“Azerbaycanlılar Ermenilerin sivil halka karşı katliam yapmayacağını düşünmekteydiler. Biz bunu Azerbaycanlılara şaka yapmadığımızı göstermek amacıyla ibret olsun diye yaptık.”
Soykırımın suçunun parametrelerini bu olayda şöyle değerlendirebiliriz:
Ermeniler, hemen her zaman yaptıkları gibi, 26 Şubat 1992 gecesi tanklardan açılan top ve roket saldırıları ile Hocalı Havaalanını kullanılamaz hâle getirilerek kentin dış dünya ile ilişkisi tamamen kesmişlerdir. Bu hareket soykırım suçunun en önemli parametrelerinden biri olan kasıt, niyet (intention) ve saik (motivasyon) unsurunu bire bir ortaya koymaktadır. Diğer iki unsuru ise zaten soykırım suçunun olmazsa olmazıdır ve fiilen ortaya konulmuştur. Bunlardan birincisi soykırım suçunu işleyen bir örgütün bulunması, ikincisi de soykırımla ilgili bir planın bulunmasıdır. Örgütün adı sanı bellidir, planı ve uygulaması da gözler önündedir.