Adım Adım Milli Egemenliğe

Dr. Ayhan Cankut
-ADIM ADIM MİLLİ EGEMENLİĞE
Kurtuluş Savaşı’nda ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna giden yolda önemli bir dönüm noktası teşkil eden Türkiye Büyük Millet Meclisinin açıldığı 23 Nisan 1920 tarihi, aynı zamanda milli egemenliğe adım atışımızı ifade ettiğinden milli tarihimizde önemli bir yere sahiptir. Türkiye Cumhuriyeti’nin ne zorluklarla kurulduğunun hatırlanması, milli egemenlik kavramının değerinin anlaşılabilmesi ve milletin egemenlik hakkını koruma bilincini pekiştirmek açısından 23 Nisan gününün milli bayram olarak kutlanması önem taşımaktadır. İşte bu yüzdendir ki “Ya istiklal ya ölüm!” parolasıyla mücadeleye girişen Türk Milleti’nin, varoluş mücadelesine kendi kaderine sahip olarak devam etmesinin başlangıcı olan gün, Atatürk tarafından Türk çocuklarına bayram olarak hediye edilmiştir. Bu şekilde yeni nesillere tarih bilinci aşılanması, özgürlük ve milli egemenlik düşüncelerinin yer etmesi amaçlanmıştır.
Millî Mücadele’nin en zorlu dönemlerine denk gelen TBMM’nin açılışının birinci yıldönümünde 23 Nisan 1921’de bugünün milletin hafızasında yer etmesi için milli bayram ilan edilmesi teklifi Meclis’e getirilmiş ve yapılan görüşmeler sonucunda, “23 Nisan’ın Milli Bayram Addine Kanun” kabul edilmiştir. 2 Mayıs 1921 tarihli Resmî Gazete’de “Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ilk yevmi küşadı (açılış günü) olan 23 Nisan günü milli bayramdır” (1) hükmü ile yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu şekilde milli bayram haline getirilen ve Türk Milleti’nin hür ve bağımsız olarak yaşaması için önemli sorumluluklar alacak geleceğimizin teminatı olan çocuklarımıza hediye edilen 23 Nisan, günümüze kadar tüm yurtta törenler ve etkinliklerle kutlanmaktadır.
Hakimiyeti Milliye (Ulusal Egemenlik) Bayramı olan 23 Nisan, 1926’dan sonra Himaye-i Etfal Cemiyetinin (Çocuk Esirgeme Kurumu) teklifi ile çocuk bayramı olarak kutlanmaya başlamış, 1929 yılından itibaren ise 23- 29 Nisan günleri Çocuk Haftası olarak ilan edilmiştir.(2)
1935’te kabul edilen “Ulusal Bayramlar ve Genel Tatiller Hakkında Kanun” ile Hâkimiyeti Millîye ve Çocuk Bayramı birleştirilerek “Milli Hakimiyet Bayramı” adı altında kutlanmıştır. 1981’de Milli Güvenlik Konseyi’nin Ulusal Bayramlar ve Genel Tatiller Hakkındaki Kanun Hükmündeki Kararı ile “23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramıdır” hükmü getirilerek, resmî bir ad ve statüye kavuşturulan bayram, 1985’de TBMM ile TRT’nin iş birliğiyle 23 Nisan şenlikleri, “Dünya Barışı”nı simgeler nitelik almış, böylece uzun tarihi gelişim süreciyle 23 Nisan, Türk çocuklarının dünya çocuklarına armağan ettiği bir bayram haline gelmiştir. (3)
Atatürkçü Düşünce Sistemi’nin temelini kayıtsız şartsız tam bağımsız, milli egemenliğe dayalı bir devlete sahip olunması, aklın ve ilmin yol göstericiliğinde çağdaş uygarlık seviyesine ulaşılması hedefi oluşturmaktadır. Atatürk’ün bizzat kaleme alarak, yurdumuzun işgal edildiği zorlu günlerden başlayarak adım adım Kurtuluş Savaşı ile Cumhuriyet’in kuruluşuna giden süreci ve inkılâpların hayata geçirilişini anlattığı Nutuk, millete onurlu bir yaşamın ancak milli egemenliğe dayanan kayıtsız şartsız tam bağımsız bir Türk devleti kurulması kararına dayandığını anlatan bir eserdir. Bu yüzden milli egemenlik ilkesinin gerçekleştirilmesi için Atatürk ve yol arkadaşlarının ne gibi mücadeleler sergilediklerini, Atatürk’ün anlatımıyla Nutuk’tan (4) özetle sizlere aktarmaya gayret edeceğim.
Atatürk, öğrencilik döneminden başlayarak ülke sorunlarıyla ilgili bilgi ve fikir dağarcığını geliştirmişti. Ülke ve dünyadaki değişim ve gelişmeleri analiz ederek geleceğe yönelik düşünce alt yapısını hazırlamış, Kurtuluş Savaşı’na başlamadan önce İstanbul’da bulunduğu esnada yapacağı inkılâpları kafasında tasarlamıştı. Anadolu’daki milli cemiyetlerin birleştirilmesi ve Türk halkının yeterince bilinçlendirilmesi halinde kurtuluşun mümkün olduğuna inanıyordu. Bunun için de Anadolu’ya geçmek istiyordu.
Bu sırada 9. Ordu Müfettişi (15 Haziran'dan itibaren 3’ncü Ordu olarak değişecektir) olarak Samsun’a gitmesi, orada hem ordunun terhis işlemlerini yapması hem de bölgedeki Türklerle Rumlar arasındaki çatışmaları önlemesi istendi. Atatürk bu kararı Millî Mücadele hareketi için bir fırsat olarak değerlendirip kabul etti. Emri altındaki birliklere ilave olarak müfettişlik bölgesine yakın askeri birliklere de tebligat yapabilecekti. Bunun yanında hemen hemen Anadolu’nun bütün sivil yönetim amirleri ile ilişkiler kurabilecek, yazışmalar yapabilecekti. Anadolu’ya gönderilirken verilen bu geniş yetki konusu ile ilgili talimatı Genelkurmay’da bulunan tanıdıkları vasıtasıyla kendisi yazdırmıştı. Başta Padişah olmak üzere kendisine bu yetkiyi verenler Atatürk’ün asıl maksadını anlayarak ve bilerek vermemişler, kendisine bu görevi Samsun ve dolaylarındaki güvensizlik olaylarını yerinde görüp tedbir alması amacı ile vermişlerdi.
Ülkenin içinde bulunduğu genel durum özetle şöyle idi: Düşman devletler, Osmanlı devlet ve memleketini yok etmek ve paylaşmak maksadıyla saldırıya geçmişlerdi. Padişah ve onun Hükümetleri, milletin ıstırabına kulak vermemişler, çekingen ve korkak davranmışlar, milletin haklarını savunmamışlardı. İşgalci kuvvetlerin isteklerine boyun eğmek, politikalarının esasını teşkil etmekteydi. Padişah ve halife unvanını taşıyan Vahdettin ve Hükümeti, hayat ve rahatını kurtarabilecek çareden başka bir şey düşünmemekteydi. Millet ve ordu ise Padişah ve Halife’nin (Atatürk’ün ifadesiyle) hainliğinden haberdar olmadığı gibi asırlardan beri gelen alışkanlıkla o makama ve makamdaki kişiye din ve gelenek bağlarıyla sadık ve boyun eğmiş durumdaydı.
Atatürk ise içerisinde bulunulan durum karşısında aldığı kararı şu şekilde açıklamıştır:
“Efendiler, bu durum karşısında bir tek karar vardı. O da millî hâkimiyete dayanan, kayıtsız şartsız, bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak!
İşte, daha İstanbul'dan çıkmadan önce düşündüğümüz ve Samsun'da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulanmasına başladığımız karar, bu karar olmuştur.”
Atatürk, aldığı bu kararın dayandığı mantığı da; “Temel ilke, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu ilke, ancak tam istiklâle sahip olmakla gerçekleştirilebilir. Ne kadar zengin ve bolluk içinde olursa olsun istiklâlden yoksun millet, medeni insanlık dünyası karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye layık görülemez…
Halbuki Türk’ün haysiyeti, gururu ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa yok olsun daha iyidir!..
O halde ya istiklal ya ölüm!”
İşte Kurtuluş savaşının parolası bu idi. Ya Türk milleti onur ve şerefine sahip çıkarak hür ve bağımsız bir şekilde yaşayacaktı ya da onursuz yaşamaktansa ölmeyi göze alacaktı. Türk’ün yurduna ve bağımsızlığına saldıranlar kim olurlarsa olsunlar milletçe silahla karşı koymak gerekiyordu. Onun için de Osmanlı Hükümeti’ne, Padişah ve Halife’ye baş kaldırmak, bütün millet ve orduyu ayaklandırmak gerekiyordu. Ancak bu kararı açığa vurup ifade etmek o günün şartlarında uygun değildi. Atatürk de bu sebeple uygulamayı safhalara ayırarak olayların akışından yararlanarak, milletin duygu ve düşüncelerini hazırlayarak, basamak basamak hedefe ilerlemeye gayret etmişti.
Atatürk, milletin gelişme kabiliyetini, bir millî sır gibi vicdanında taşıyarak, yavaş yavaş bütün halka uygulatmak zorunda olduğunu şöyle açıklamıştır:
“Yapılan Millî Mücadele dıştan gelen saldırıya karşı vatanın kurtuluşunu tek hedef olarak kabul ettiğine göre, bu Millî Mücadele'nin, başarıya yaklaştıkça, safha safha bugünkü döneme kadar millî irade rejiminin bütün ilke ve gereklerini yerine getirmesi tabiî ve kaçınılmaz bir tarihi akış idi…Başarı için pratik ve güvenilir yol, her safhayı vakti geldikçe uygulamaktı. Milletin gelişmesini ve yükselmesini sağlayacak doğru yol buydu.”
Atatürk, aldığı karar doğrultusunda hareket ederken dönem dönem yakın çalışma arkadaşlarından bazılarıyla görüş ayrılığına düşmüş, hatta ayrılmalar yaşamıştır. Bunu sebebini ise; “Millî Mücadele’ye beraber başlayan yolculardan bazıları, millî hayatın bugünkü cumhuriyete ve cumhuriyet kanunlarına kadar uzanan gelişmelerinde, kendi fikir ve ruh kabiliyetlerinin kavrayış sınırı bittikçe bana karşı direnişe ve muhalefete geçmişlerdir...” şeklinde belirtmiştir.
Atatürk, bir hafta kadar Samsun’da, 25 Mayıs’tan 12 Haziran’a kadar Havza’da kaldıktan sonra Amasya’ya geçmiştir. İzmir’in onun peşinden de Manisa ve Aydın’ın işgali ile yapılan saldırı ve zulümler hakkında millet gereğince aydınlatılmamış, millî varlığa karşı vurulan darbeye karşı açıktan açığa herhangi tepki ve şikâyet gösterilmemişti. Milleti uyarıp harekete geçirmek için, Havza’da 28 Mayıs’ta mülki ve askeri amirlere gönderdiği bir genelgeyle, büyük ve heyecanlı mitingler yapılarak milli gösterilerde bulunulması, bunun bütün kasaba ve köylere kadar genişletilmesi, büyük devletlerin temsilcilerine ve hükümete uyarı telgraflarının çekilmesi talimatını vermiştir. Ayrıca düzenlenen mitinglerde Hıristiyan halka zarar vermemek için gerekli tedbirler alınmasının zorunluluğunu belirtmiştir.
Atatürk bu girişimleri karşısında, İstanbul Hükümeti tarafından 8 Haziran 1919’da İstanbul’a geri çağırılmış, geri çağrılma emrine uymayarak, millî teşkilat ve hazırlıkların yönetimine devam ederek asi durumuna düşmüştü. Faaliyetler, şahsi olmak niteliğinden çıkarılmalı ve bütün bir milletin birlik ve dayanışmasını sağlayacak, yani milli iradeye dayanacak bir heyet tarafından yürütülmeliydi.
Havza'daki çalışmalarını tamamladıktan sonra Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları 12 Haziran 1919'da Amasya'ya geçtiler. Millî Mücadele çalışmalarını sürdüren Mustafa Kemal, Hüseyin Rauf Orbay, Refet Bele ve Ali Fuat Cebesoy birlikte Amasya Genelgesi’ni hazırlamışlardır. Hazırlanan bildiri, Konya’da bulunan Ordu Müfettişi Cemal Paşa ile Erzurum’da bulunan 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir’e sunulmuştur. Onların da onayının alınmasından sonra, bir genelge ile 21-22 Haziran 1919'da tüm mülki amir ve askeri komutanlara telgrafla ulaştırılmıştır.
Amasya tamimi hem ihtilâlin gerekçesini ve programını hem de ihtilâlin başladığını gösteren bir belge niteliğindedir. Padişah iradesine karşı ayaklanma başlamıştır. Türk Ulusuna bu çağrının yapılmasının gerekçesini ve uygulanacak planı açıklamaktadır. Bu tamim millî egemenliğe dayalı yeni Türk devletinin kurulması yolunda atılan ilk adımdır. Amasya tamiminde açıklanan, “Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır” ifadesi ile milli egemenlik kararı ilk defa halka açıklanmıştır.
Amasya’da çalışmalarını tamamlayan Atatürk, Doğu illeri adına düzenlenecek kongreye katılmak üzere 3 Temmuz’da Erzurum’a ulaşmış, 8/9 Temmuz gecesi resmi görevinden ve askerlikten istifa etmiştir. Durumu ordulara ve millete bizzat duyuran Atatürk; “Bu tarihten sonra resmi görev ve yetkilerinden sıyrılmış olarak, yalnız milletin sevgi ve fedakarlığına güvenerek ve onun tükenmez feyiz ve kudret kaynağından ilham ve güç alarak vicdani görevimize devam ettik” diyerek millete olan inancını vurgulamıştır.
23 Temmuz 1919’da toplanan kongrede ilk gün başkanlığa seçilen Atatürk, yaptığı konuşmada, milletin kaderine hâkim olacak millî iradenin ancak Anadolu’dan doğabileceğini belirterek, kongre çalışmalarının ilk hedefinin milli iradeye dayanan bir Millet Meclisi’nin meydana getirilmesi ve gücünü millî iradeden alacak bir hükümetin kurulması olduğunu işaret etmiştir. Erzurum kongresi maddeleri arasında yer alan; “Kuva-yı Milliye’yi tek kuvvet olarak tanımak ve milli iradeyi hâkim kılmak esastır” ifadesi millî hâkimiyete dayanan, kayıtsız şartsız, bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak yolunda atılan önemli bir adımdır. Milli iradeyi hâkim kılmak esası Cumhuriyet rejiminin ruhunu yansıtır.
Erzurum Kongresi, Türk tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır. Kurtuluş Savaşı’nın temelleri bu kongrede atılmış, alınan kararlar Millî Mücadele’nin temel kurallarını oluşturmuştur. Kongre milletin bağımsızlık yolundaki azim ve kararlılığının tüm dünyaya duyurulmasını sağlamıştır. Atatürk kongrenin sonunda yaptığı konuşmada; “Önemli kararlar alındığını, bütün dünyaya milletimizin varlık ve birliğinin gösterildiğini” söylemiş ve “tarih bu kongremizi ender görülen büyük bir eser olarak kaydedecektir” ifadesiyle kongrenin önemini vurgulamıştır.
Toplanış şekli bakımından bölgesel olmasına karşın aldığı kararlar bakımından milli bir kongredir. Kendisinden sonra gelişen tüm olayları büyük ölçüde etkilemiştir. Sivas Kongresi kararları ile Büyük Millet Meclisi’nin toplanış ve açılış gerekçesi Erzurum Kongresi kararlarına dayandırılmıştır. Mudanya ve Lozan Antlaşmalarının bağımsızlığı savunma ruhu, ilhamını Erzurum Kongresi kararlarından almıştır.
Kongre 7 Ağustos’ta kendisi adına tüm yetkileri kullanacak dokuz kişilik bir Temsil Heyeti oluşturarak çalışmalarını tamamlamıştır. Bu heyetin başkanlığına da Atatürk seçilmiştir.
Amasya Genelgesi ile Sivas’ta Doğu ve Batı illeri ile Trakya’nın yani bütün bir memleketin birliğini sağlama gayesi güden milli bir kongrenin toplanması öngörülmüştü. Atatürk bir kısım Heyet-i Temsiliye üyesiyle birlikte 29 Ağustos 1919’da Erzurum’dan ayrılarak 2 Eylül’de Sivas’a ulaşmıştır. Kongre 4 Eylül 1919'da o günlerde ‘‘Mektebi Sultani’’ olarak kullanılan binada saat 15:00'de toplanmış, ilk gün yapılan seçimde kongre başkanlığına Atatürk getirilmiştir. Kongre 8 gün devam etmiş ve 11 Eylül’de Heyet-i Temsiliye seçimini takiben beyanname yayınlayarak çalışmalarını sonlandırmıştır. Oluşturulan yeni Heyet-i Temsiliye’nin başkanlığına da Atatürk seçilmiştir.
Sivas Kongresi’nin toplanışı esnasında, Erzurum Kongresi’nde olduğu gibi İstanbul hükümeti zorluklar çıkarmıştır. Tüm engellemelere rağmen kongre Batı ve Orta Anadolu’dan gelen delegeler ile Erzurum Kongresi’nce seçilen Heyet-i Temsiliye üyelerinin katılımıyla toplanmıştır. Böylelikle kongreye memleket çapında bir genişlik ve bütünlük kazandırılmıştır. Sivas Kongresi, ilk milli kongre niteliğinde olduğu için kararlar da bu doğrultuda alınmıştır. Erzurum Kongresi’nde kabul edilen, “Kuva-yı Milliye’yi tek kuvvet olarak tanımak ve milli iradeyi hâkim kılmak esastır” kararı Sivas’ta bir kez daha aynı şekilde kabul edilerek milli egemenlik ilkesi perçinlenmiştir.
Sivas kongresi kararları Erzurum Kongresi kararları genişletilerek ve bazı noktaları değiştirilerek hazırlanmıştır. Bu şekliyle Sivas Kongresi, bütün memleketi kapsayan bir nitelik kazandırılması bakımından İnkılâp Tarihimizde büyük öneme sahiptir. Erzurum Kongresi'nden sonra Millî Mücadele tarihimizin ikinci büyük halkasını oluşturmuştur. Değiştirilen önemli maddeler şunlardı:
1. Tüm millî cemiyetler Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adı altında birleştirilmiştir.
2. Erzurum Kongresi kararlarında bulunan “Heyet-i Temsiliye, bütün Doğu Anadolu’yu temsil eder” ifadesi “Heyet-i Temsiliye, bütün vatanı temsil eder” şeklinde değiştirilmiştir.
Sivas Kongresi Türkiye’nin kaderini çizen, bütün milletin tek vücut halinde birlik olduğunu dünyaya ilan eden milli bir kongredir. Bunun içindir ki etkileri Erzurum Kongresi’nden daha geniş olmuştur. Zira Misak-ı Millî’de, TBMM’nin açılışında, Millî Mücadele’nin tüm anlaşmalarında, Mudanya’da, Lozan’da Sivas Kongresi kararlarının izleri görülür.
14 Eylül 1919’da, Sivas’ta Heyet-i Temsiliye’nin görüş ve düşüncelerini ulusa iletmek üzere İrade-i Milliye adı altında bir gazete çıkarılmıştır. Bu, ulusal mücadelenin doğrudan doğruya sözcülüğünü yapacak ilk gazetedir. Atatürk, Heyet-i Temsiliye ile birlikte Ankara’ya geldikten sonra Hâkimiyet-i Milliye adı altında yeni bir gazete çıkarılmıştır. Gazetelerin adları rastgele seçilmemiştir. Egemenliğin artık millete ait olduğunun göstergesidir.
Sivas Kongresi’nden sonra Büyük Millet Meclisi açılıncaya kadar Heyet-i Temsiliye’yi Anadolu’daki tek merci olarak kabul eden Atatürk, Millî Mücadele’yi Heyet-i Temsiliye Başkanı sıfatı ile yürütmüştür. Atatürk, ülkenin kaderini elinde bulunduran ve genel durumu yürütme sorumluluğunu üzerine alan Heyet-i Temsiliye’nin en önemli hedefe ve en yakın tehlikeye mümkün olduğunca etki edebilecek, ancak genel durumu gözden kaçırmayacak mesafede olan bir yerde olması gerektiğini düşünüyordu. Doğu, Güney ve Batı Anadolu’da yapılacak mücadelenin ağırlığını Batı Anadolu, yani Yunan cephesi oluşturmaktaydı. Meclis-i Mebusan’ın da İstanbul’da toplanması sebebiyle Sivas çok uzak kalıyordu. Cephelere ve İstanbul’a demiryolu ile bağlı olan ve genel durumu yönetme bakımından en uygun yerde olan Ankara’yı seçen Atatürk 27 Aralık 1919’da Ankara’ya geçmiştir. Bu durum kurulması düşünülen yeni Türk devletinin başkentinin de Ankara olacağının işaretiydi.
16 Mart 1920’de İstanbul’un İtilaf Devletlerince "geçici" kaydıyla işgali, Meclis-i Mebusan’ın dağılması, aydınların ve milletvekillerinin tutuklanması, Osmanlı Devleti’nin sona erdiğini gösteriyordu. Millî egemenliğe dayalı bir devlet kurmayı düşünen Atatürk, bu fırsatı iyi değerlendirerek, Heyet-i Temsiliye’yi geçici bir hükümet gibi çalıştırarak, Ankara’da ulusal iradeyi gerçekleştirecek bir meclis toplamak üzere harekete geçmiştir. Aynı gün Kolordulara çektiği telgraflarla işgal haberini ve Heyet-i Temsiliye’nin Anadolu’da tek idarî merci olduğunu bildirmiştir.
Atatürk, olağan üstü yetkiler taşıyan bir meclisin Ankara’da toplanmasını sağlamaya yönelik millî ve vatani göreve ait kararını ve bu kararın nasıl uygulanacağını gösteren aynı zamanda bir seçim yasası niteliği taşıyan bir genelge hazırlayarak, 19 Mart 1920’de illere, bağımsız sancaklara ve kolordu komutanlıklarına göndermiştir. Bu konu üzerinde iki gün kadar komutanların görüşünü almıştır. İlk hazırladığı taslakta “Meclis-i Müessisan (Kurucu Meclis)” deyimini kullanmıştır. Maksadı da toplanacak meclisin ilk anda rejimi değiştirme yetkisine sahip olmasını sağlamaktır. Ancak bu deyimin kullanılmasındaki maksadı gereğince açıklayamadığı veya açıklamak istemediğinden, halkın alışık olmadığı bir deyimdir gerekçesiyle 3. ve 15. Kolordu Komutanları ile Sivas Valisi tarafından bu deyime karşı çıkılmıştır. Bunun üzerine genelgede “Meclis-i Müessisan” yerine “Selahiyeti fevkaladeyi haiz (olağanüstü yetkili) bir Meclis” adını kullanarak kuruculuk özelliğini bu adla sürdürmüştür.
Ankara’da bulunan milletvekilleri ülkedeki iç gelişmeleri kendi aralarında tartıştıktan sonra, o günlerin duygu ve düşüncesine uygun olarak Meclis’in 23 Nisan 1920 Cuma günü, Cuma namazından sonra açılmasının daha yararlı olacağı düşünülmüştür. Meclis, Milletvekilleri Hacıbayram Camii’nde halkla cuma namazını kıldıktan sonra, 23 Nisan 1920’de saat 13.45’te çalışmalarına başlamıştır. Büyük Millet Meclisi Başkanlığına, Atatürk seçilmiştir (24 Nisan 1920).
Meclis en yaşlı üye olan Sinop Milletvekili Şerif Bey’in (Alkan) başkanlığında toplanarak, onun şu konuşmasıyla çalışmalarına başlamıştır: “…Bu yüksek meclisin en yaşlı üyesi olarak ve Tanrının yardımıyla ulusumuzun iç ve dış tam bağımsızlık içinde alın yazısının sorumluluğunu doğrudan doğruya yüklenip kendi kendisini yönetmeye başladığını tüm cihana ilan ederek Büyük Millet Meclisi’ni açıyorum.”
24 Nisan 1920 günü, saat 10.00'da toplanan TBMM'de ilk sözü Atatürk almıştır. Açık ve gizli oturumlarda, 30 Ekim 1918’den 23 Nisan 1920’ye kadar geçen olayları belgelerine dayalı olarak anlatmıştır. Osmanlı döneminde izlenen siyasetin yeni Türkiye’nin siyasi politikası olamayacağını belirtmiştir. Atatürk, Panislamizm ve Panturanizm politikalarının dünyada başarıya ulaşamadığını vurgulamıştır. Sözlerine daha sonra şöyle devam etmiştir:
“Bizim açıklık ve uygulanabilirlik gördüğümüz siyasî ilke, millî siyasettir... Millî sınırlarımız içinde her şeyden önce kendi gücümüze dayanmakla varlığımızı koruyarak, millet ve memleketin gerçek saadet ve refahına çalışmak… Genellikle milleti uzun emeller peşinde yorarak zarara sokmamak… Medeni dünyadan, medeni, insani ve karşılıklı dostluk beklemektir.”
Atatürk, vatanı çökmekten kurtarmak için alınacak önlemlerin artık meclise ait olduğunu bildirmiş ve vakit geçirilmeden sorumluluğu takdir ve tespit edilecek bir hükümetin kurulmasını Meclis’e önermiştir. Atatürk’ün asıl hedefi Osmanlı saltanatının ve hilafetin yıkılmış ve ortadan kalkmış olduğunu düşünerek yeni temellere dayanan, yeni bir devlet kurmaktı. Fakat durumu olduğu gibi açıklamak, amaca ulaşılmasını büsbütün tehlikeye sokabilirdi. Bu yüzden asıl maksadı gizli tutan teklifini bir önerge halinde sunmuştur. Bu önerge şu şekildedir:
1. Hükümet kurmak zorunludur.
2. Geçici olduğu bildirilerek bir hükümet başkanı tanımak ya da bir padişah vekili ortaya çıkarmak uygun değildir.
3. Meclis'te yoğunlaşan ulusal iradenin yurdun alın yazısına doğrudan doğruya el koymasını kabul etmek temel ilkedir. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin üstünde bir güç yoktur.
4. Türkiye Büyük Millet Meclisi, yasama ve yürütme yetkilerini kendinde toplamıştır.
Meclisten seçilecek ve vekil olarak görevlendirilecek bir kurul, hükümet işlerine bakar. Meclis başkanı bu kurulun da başkanıdır.
Not: Padişah ve Halife, baskı ve zordan kurtulduğu zaman Meclis'in düzenleyeceği yasal ilkeler içinde durumunu alır. Bu ifade kurulan yeni devlette en üstün gücün Padişah ve Halife değil, TBMM olduğunu açıkça belirtmektedir.
Bu şekilde teklif edilen hükümet şekli, kolaylıkla anlaşılacağı gibi millî egemenlik temeline dayanan halk hükümetidir. Yani Cumhuriyet’tir.
20 Ocak 1921'de, TBMM'nin kabul ettiği Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun 1. maddesine göre; "Hakimiyet kayıtsız, şartsız milletindir. Yönetim şekli, halkın mukadderatını bizzat ve fiili olarak yönetmesi ilkesine dayanır." Bu sistemin adı konmasa bile kurulduğu andan itibaren, egemenliğin toplumun tümüne ait olduğu yönetim biçimi olan cumhuriyet niteliği taşıdığı açıktır.
Osmanlı Devleti’nin yıkılmış olduğunu, yeni bir Türk Devleti’nin doğduğunu, Teşkilat-ı Esasiye Kanunu gereğince hakimiyet haklarının millete ait olduğunu ifade eden bir önerge 1 Kasım 1922’de Meclis’te yapılan uzun görüşmelerden sonra oy çokluğuyla kabul edilerek saltanatın kaldırılmasına karar verilmiştir. Saltanatın kaldırılmasıyla egemenliğin milletin kendisine ait olduğu düşüncesi güçlü bir şekilde ortaya konmuştur.
Nihayet Millî Mücadele’nin askeri boyutu zaferle sonuçlandıktan sonra 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edilerek Atatürk’ün en başından beri hedeflediği ve uygulanmakta olan rejimin adı konmuş, milli egemenlik ilkesi gerçekleştirilmiştir.
KAYNAKLAR:
(1) 23 Nisan’ın Milli Bayram Addine Dair Kanun, Kanun No. 112,23 Nisan 1337. https://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/KANUNLAR_KARARLAR/kanuntbmmc001/kanuntbmmc001/kanuntbmmc00100112.pdf (Erişim: 31.03.2022)
(2) 02/04/2022 tarihinde https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/23-nisan-ulusal-egemenlik-ve-cocuk-bayrami/?pdf=3246 adresinden erişilmiştir
(3) Sarıkaya, M. (2009). Cumhuriyet Türkiye’sinin ilk çocuk haftası. Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, 25 (75), 465-494. https://dergipark.org.tr/tr/pub/aamd/issue/52894/699091 (Erişim: 31.03.2022)
(4) Atatürk, M. K. (2007). Nutuk. Zeynep Korkmaz (Yay. Haz.). Ankara: Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi.